Çakma Aydın

RADİKAL BLOG

Herhangi bir fikir sahibi insan için bundan da fazlasını adeta tanımlayan aydın olma yakıştırmasının devamında yapılması beni hep çok rahatsız etmiştir. Bu bazen kişinin kendi tarafından, bazen de dışarıdan yakıştırma sonucu gerçekleşen bir yükselmenin sonucu. Mutlaka belirli bir kuşak ve politk görüş için aydın kelimesinin farklı anlamları, tanımları var. Bu tanımalamayı, bir çeşit onurlandırmayı kazanmak neye ve kime göre oluyor bunu kimse net olarak bilmiyor sanıyorum ki. O zaman neden israrla kullanılıyor televizyonlarda, gazetelerde bu demode tanım? Bilgiye ulaşmanın, dünyayı gezmenin zor olduğu dönemlerde mutlaka aydın olmak daha mümkün ve değerliydi. Aydın olmak, aydın tavrı göstermek bu coğrafyada bir gazeteci refleksi, bir çeşit ermek.

Bir grup genç yazarın da haber kanallarında, gazete köşelerinde ne kadar engin bir genel kültüre sahip olduklarını bizlere anlatmaya çabalıyor oluşu pek çok hakim olmadığımız önemli konuda da yarım yamalak bilgiye sahip olmamızı sağlıyor. Kendilerinden önceki kuşaklarındaki abileri, ablaları gibi olmanın başarının anahtarı olduğunu düşünen bu kuşak, pek çok görüşünün başına “Bir aydın olarak beni, seni…” ekleyerek bir çeşit üst tondan biz okurlarına, izleyenlerine hitap ediyorlar.

Mesleğim olan mimarlık konusunda olan bilgim, çakma aydınlar hakkındaki görüşlerimin, bir çeşit önyargılarımın da oluşmasına bir araç oluyor sık sık. Bilirsiniz  “Dünyada böyle bir örnek yok…”, “Benden iyi bunun acısını kimse bilemez..” gibi cümleler çıkar bu tip türlü görüş sahiplerinin ağzından sık sık “…acaba benim kadar kitap okudun mu?” şeklinde sonlanır. Oysa ki ne kadar okursa ve görürse görsün, bir insanın küçük dünyasında, iki küçük göz ile gördükleri, eş dost çevresinden duydukları, kısacık hayatında yaşadıkları, büyük yargılara varabilmek için kanımca sahibi kim olursa olsun yeterli değildir. İnsan aklının kapasitesine çok aykırıdır pek çok yapılmış iddalı, büyük saptama. Bu yüzden bilimsel yaklaşım, kolektif düşünmeye yardımcı olur ve daha güçlü, daha sağlam bir görüşe yaklaşırız.

Cüneyt Özdemir’in “Çakma Çamlıca Camii” yazısını okuduğumda bir kez daha yerimden sıçradım ve Radikal Blog’da oluşturduğum profilime koşa koşa gelip sarıldım.

Öncelikle sözkonusu proje için bizzat bir proje yapıp yarışmaya katıldığımı, bir ödül de kazanamadığımı belirtmek isterim. Mimarlık güç sahibi insanlara insancıl, kendince en güzel şekilde bir uygulama yapma yolunda yardımcı olma mesleğidir. Yani bir hizmettir mimarlık. Benim için paragraflarca yazacağım bir yazı, açacağım davalar değildir bu proje ile mücade etmenin yolu. Var olan enerjiyi (maddi güç ve politik kararlılık) güzel bir yapıya dönüştürebilseydik, ne mutlu. Nitekim ikincilik ödülünü paylaşan Süleyman ve Nihal Akkaş’a ait tasarım yeni teknolojilerin kullanılarak minaresine rağmen yeni bir cami inşa etmemiz için bir fırsat olabilecek kapıyı aralayabilirdi. Maalesef olmadı.

“Çakma Çamlıca Camii” yazısına dönersek, Özdemir, kişisel dostluğu olan mimarlardan ve biz mimarlar için çok büyük bir şans olan mimarlığa olan ilgisinden de güç alarak haklı bir isyanda bulunmuş. Demiş ki bu ne rezalettir. Haklıdır da. Yine de bir bilgisizlik, tavır sorunu görüyorum genel olarak köşe yazarlarımızda ve bu yeni nesil yazarlarda oldukça bu konuda daha da çok endişeleniyorum.

“İnanın mimarlıkla yakından ilgili biriyim” diye girdiği “tarihe gönderme yapılan rakam diye bir şey hayatımda ilk kez duyuyorum” tavrı ile ilgili olarak Radikal okuyucularını bilgilendirmek isterim ki bu mesleği yapan çok insan için özel bir mimar olan Daniel Libeskind, hiç de marjinal olmayan, mimarlıkla az da olsa ilgili bir insanın bileceği bir yarışmada 9/11 sonrası New York’da Dünya Ticaret Merkezi projesi için 1776 feet yüksekliğinde bir kule önermiştir ve kazanmıştır, bu tarih ise Amerika Birleşik Devletleri’nın kurtuluşunu temsil eder. Sadece bir rakama gönderme olduğu için bir projeye karşı çıkma tavrını benimsemek ne kadar doğrudur? Bu mimarlıkta bir yöntemdir, üsluptur. Uygulamak, beğenmek kişilere kalmıştır.

Beni yerimden sıçratan bir başka konu ise Özdemir’in yazıda sık sık gündeme getirmekten hoşlandığı annesinin başörtüsüne sahip olması konusu. “Başörtüsü konusunda ne kadar hassas olduğumu hatırlatmama gerek var mı?” diyor okuyucuya, hayır kesinlikle yok demeliyiz kendisine. Çünkü bu anlamsız özel hayatına ait bilgi ile sık sık karşı karşıya kalmak bizi geriyor ve hatta canımızı sıkmaya başlıyor artık. Rumuz ile katılınan bir mimari yarışmada benim bir katılımcı olarak bile aklıma gelmeyen bir şeyi bir hakikatmiş gibi sunmak Özdemir’in kendini konumlandırdığı noktada çok ilkel bir düşünme şeklinin sonucu oluyor bence. Jürinin ve proje işverenlerinin seçtiği projenin başörtülü bir mimara ait olması ancak gözle görülemez bir bağın, paralel dünya görüşlerinin sonucu olabilir, benim için üzerinde durulmaya değmeyecek bir tesadüften ibarettir. Ülkemizde dünya kalitesinde bir mimarlık ofisi olan Superpool’un başında başörtülü bir mimar vardır ve araştırılırsa görülecektir ki Türk mimarlarını, sanatçılarını heyecanlandıran işlere sadece bir kaç yılda imza atmışlardır. Aynı şekilde çok açık dünya görüşlerine sahip başörtülü mimarlar tanıdığımı belirtmekten bile utanıyorum, hatta bunu yazdığım için bile bir şekilde ayrımcılık yaptığımın farkındayım. Maalesef içinde bulunduğumuz ülke bizlere bunu söyletiyor. Konunun başörtüsü ile uzaktan yakından alakası olamaz, mimarlığı bari bu düzleme, bu seviyeye çekmeyelim.

Daha önce Taksim’deki Divan Oteli konusunda da sırf yabancı diye bu mimarı seçmişsiniz, Türk mimarları bir harika demiştir Özdemir. Yine mimarlığın elinizde tuttuğunuz pasaportla, DNA’nızın içeriğine dayanılarak iyi veya kötü olarak tanımlanması mümkün değil. Müzik gibi, bu işin doğasına aykırı. Türbanlı, türbansız / yerli, yabancı, kadın / erkek şekilde iyi mimar ile kötü mimar ayrıştırılamaz.

Çakma aydın tanımı Özdemir özelinde değil, ne yazık ki bugünün dünyasında kendine hala aydın deme özgüvenine sahip herkese yakışıyor. Aksine Özdemir’in böyle bir iddası olduğuna, kendine böyle bir yakıştırmada bulunmasına şahit dahi olduğumu hatırlamıyorum. Bu bir yaklaşım, rahatsız eden demode bir tondur. Bu seviyede yürüyen tartışmalar benim mimarlık konusunda bu şekilde dikkatimi çekiyorsa siyaset, hukuk, sağlık gibi hayati konularda nasıl ilerliyordur merak ediyorum.

AA School Projects Review 2012

Private view Friday 22 June, 6.30 to 8.30

AA Projects Review exhibition and accompanying book launch are celebrated in the AA’s main building and Bedford Square garden.

Projects Review offers an overview of the AA’s 2011/12 acadamic year. On display are hundreds of drawings, models, installations, phogographs and other materials documenting the diversity and experimental nature of the AA School.

source: AA School (aaschool.ac.uk)